Şimdiye kadar öğrenme işine kafa yorduğum için öğrenme süresinin belirlenmesi, algının ne kadar açık kaldığı ve en etkin öğrenme süresinin ne olduğu hakkında pek çok araştırma okudum. Çoğunda algının ne kadar açık kaldığı, bunun 5 dakika olduğu, kimi zaman 20 ye kadar uzadığı ardından öğrenmenin zorlaştığı gibi bilgiler hep söylenir durur. Peki ya asıl konuya gelelim ara zili ne zaman çalacak?
Evet hepimiz hatırlarız ilkokuldan bu yana bir zil bizi koşulluyor, şimdi beynini aç içine biz bilgi koyacağız şimdi kapat. Bizde bu zil çoğu zaman çok yüksek sesle veya zamansız çalan “zırrrlamaydı” şimdi bakıyorum okuluna göre şarkılar türküler… ama mantık aynı. Bizim yetişkin eğitimlerine gelelim, zil yok… yani koca adamlara üniversitede iş eğitimlerinde zil mi vereceğiz ayıp yahu demiş birileri sanırım, ama mantık aynı zil yok da yerine zil yerine geçen süre takip eden arkadaşlarımız ve hocalarımız var, biraz geçerse bakıyorsun hareketlenmeler falan 🙂 yani adam 15 yıl tabi olunca kurtulamıyor bu alışkanlıktan oysa şunu sormak, düşünmek doğru değil mi yukarıdaki gibi ben orada değilsem zil ne yazar veya zil olmadan mı ben bu yaşıma geldim öğrendiklerimi sadece bu ortamlarda mı öğrendim belirli süreler, belirli ortamlar, hocalar, tahta üzeri yazılı çizili sıralar olmasa öğrenmez miyim….
Peki şimdi bunlardan sonra soruyorum madem biz geliştik, yani artık öğrenme işinin çok daha farklı halde ilerlediğini her an her yerde olabildiğini çok basit, aynı zamanda komplike olabileceğini öğrendik de ben niye hala değişen bir zamanlama hiç görmedim, merak ediyorum neden hala eğitimler 45dak veya 1 saat oluyor. Örneğin genelde kişisel gelişim eğitimlerinde aktarımcı diyor ki; işte algınız şimdi 20 dakika civarında dağılacak falan anlatıyor… evet dağılacak sen ne yapıyorsun bunu için diyesim var 🙂 O zaman neden senin eğitim 45 dakika bunu sormamak elde değil.
Benim konudaki görüşüm şu, şu an biz sanayi devrimi sonrasında oluşan “eğitme” bilincindeyiz, hala okullarımız, iş eğitimlerimiz her şey daha bunun etkisinde, bunu standart olarak kabul ediyoruz 45 dak ders 15 dak ara. Ancak o zaman ki şartlarda – sınırlı kaynaklar, tek öğrenme kaynağı kitap (o da varsa) öğretmen (şu an bile sınıflarda Türkiye’de öğretmen kıtlığı var) başka öğrenme yolu yok, ondan 40 -50 kişilik kitleyi sınıfa toplamak sabahtan akşama ders yapmak o ortamda en mantıklı yol tabi. Tabi bu ortamda bilgi zaten kısıtlı, öğrenmeye aç bir kitle var, algı dağıtıcı yok tam tersi algı yönlenecek alan arıyor… Burada isterseniz 10 saat aralıksız yapın fark etmez.
Ama bugüne bakarsak, iyi, meraklı, öğrenme isteği yüksek, biraz vakit ayıran bir katılımcı düşünelim (bizim iş odaklı dersimiz olsun veya bir üniversite dersi) derse gelmeden o içeriği, çok daha fazlasını öğrenecek kaynaklara sahip. Hatta bu imkan öyle artmış halde ki ona sunulmayanı dahi alabiliyor, örneğin, Türkiye’de şu an adam gibi bir Gamification / Oyunlaştırma içeriği bulamazsınız ama ben yerimden kıpırdamadan, bedelsiz, biraz çaba harcayarak bu içeriğe konu hakkında belki de dünyadaki en iyi hocadan eğitim alarak ulaştım.(Nasıl olduğunu başka bir yazı ile kısaca anlatacağım ama merak edenler için bir MOOC olan Coursera’dan Pennsylvania Üniversitesinden ders alıp sertifika aldım. Not: Koç Üniversitesi ile yapılan işbirliği ile Türkçe alma imkanı da sonra eklendi https://www.coursera.org/course/gamification )
Sonuç hala şablonlarımız bundan 50 yıl öncesine ait ama içerik, araçlar, katılımcılar, algıyı dağıtacak etkenler çok ileri gitmiş halde, buna bugün olmasa da yarın el atacağımız kesin sadece birinin ilk taşı atması gerekiyor… Belki biz oluruz..