School of experience – Deneyimlerin Önemi
Christensen kitabında çocukların yetişme süreçleri ve bu anlamda ebeveynlerin katkılarına da farklı başlıklarda vurgu yapıyor. Ailelerin yaşantısının teknoloji, modern ekonomik düzen ve refah seviyesinin artışı gibi nedenlerle değişmesinin etkilerinden birinin daha fazla ev işinin veya evde aile fertlerinin sorumluluğunda olan işlerin dışarıdan hizmet alınarak veya makineler ile yapılabilir hale gelmesine vurgu yapıyor. Burada temizlik, ütü, basit tamirat, çamaşır vb. eskiden aile fertlerinin arasında bölüştüğü sorumlulukların hizmet olarak alınmasının çocukların gelişimine etkisi olabileceğinden bahsediyor. Çocuklara sorumluluk vermenin ve onlara hata yapma ve öğrenme fırsatı tanımanın çok önemli olduğunu vurguluyor.
Burada kullandığı iş hayatından bir örnek de gerçekten çok ilginç. Dell uzun yıllar önce piyasada daha hakim ve güçlü bir konumdayken pek çok işini o zamanlar sadece bir tedarikçi ve fason üretici olan Asus firmasından hizmet olarak almaya başlıyor. Bu aslında mali olarak çok da mantıklı ve Dell gelirleri açısından ilk zamanlarda çok verimli oluyor. Ancak zaman içerisinden Asus o kadar deneyim ve saha tecrübesi ediniyor ki şu anda da hepimizin bildiği gibi bilgisayar pazarının önemli bir oyuncusu konumuna geliyor. Burada kritik olan şey bazı şeyleri tabi ki hizmet olarak almak hem insanlar için hem de firmalar için mantıklı olsa da asıl varlık nedenini dışarıya çıkarmak, hizmet alımı haline sokmak her zaman çok dikkatli ele alınmalı ve sakınılmalı, zira bir gün varlık nedeni ortadan kalkabilir veya ikame edilebilir.
Günümüz ailelerinin iş ikamesinden sağlanan zaman ve efor kazancını çocukları kurslara ve spor faaliyetlerine göndererek giderdiklerini ancak bunun da her zaman benzer etki yapmayacağını, bu tip faaliyetlerin daha çok ebeveyni tatmin etmeye yönelik olduğunu ve çocuğun yeni bir yeteneği öğrenmesi, bir zorluğu alt etmesi ve hayat dersi çıkarabileceği imkanları sınırlı olarak yaratabildiğine değiniyor.
Bunlar yerine veya ek olarak yapılacak şu; çocuk kendi gelişlimi için kendi isteğiyle, tabi burada veli yönlendirmesi ve alternatifler sunulması önemli, herhangi bir aktiviteye yönelmeli ve orada tamamen kendi çabası ile başarı veya başarısızlık ile karşılaşmalı. Bu durum çocuğa sadece o sporu veya etkinliği öğretmek gibi bir görevi değil de çocuğun öğrenmeyi öğrenmesini, yeni bir yeteneği kazanmak için çaba harcamayı öğrenmesini ve hatadan ders çıkarmayı bilmesini sağlayacaktır.
Geldiğimiz noktada asıl olanın, deneyim (school of experience) ile edineceklerimiz ve mümkün oldukça deneyimi şekillendirmeden nasıl olduysa öyle yaşamamız gerektiği oluyor, tabi ki her durumda elimizden gelen en iyiyi hem kendimiz hem de çocuklarımız için yapmalıyız ancak hata yapmak ve bunlardan alınacak dersi de unutmamak lazım, terslik veya yanlış seçimlerin hiç olmadığı bir ortam sadece rüyalarda olur ve bu rüyada büyüyen kişi gerçeği gördüğünde ne yapacağını bilemez.
Yapılabilecek şeylerden birsi de çocukların gelişimi için onlara sorumluluk vermek, örneğin pikniğe veya kampa giderken kendi çantasını hazırlamasını söylemek ve eksik bir şey olursa da mümkün oldukça tamamlamamak ve sonucunu görmesini sağlamak, bu pek çok durum için çeşitlendirilebilir. Herkesin başına gelen son dakika ödevlerin yetiştirilmesi konusunda da mümkün olduğunca ve ne kadar çocuğumuza iyilik yaptığımızı düşünsek de devreye girmeden çocuğun sonuca katlanmasını sağlamak önemli.
Christensen kendi hayatından bir örneği de paylaşıyor, annesinin 6 çocuk ile uğraştığı için kendisine pek çok sorumluluk verdiğini bunlardan birsinin de kendi çorap deliklerini dikmek olduğunu anlatıyor. Bunun kendisini çok zorladığını ancak zamanla iyi bir dikiş yapabilir olmasından ve her baktığında çorap deliğindeki yamayı kendi yaptığı için gurur duyduğundan bahsediyor. Burada ne kadar küçük önemsiz olsa da çocuğun “bunu ben yaptım” diyebilmesinin önemini vurguluyor.
Family culture to set – Kültür oluşturma
Bir ailenin veya şirketin aslında en önemli dayanağı, oluşturduğu kültürdür, zira çocuklar aileden hangi değerleri öğrendilerse o değerler ile hayatta yalnız kaldıklarında yaşarlar ve gelişmeye devam ederler. Bu şirketler için de geçerlidir.
Bir aile olarak bu konuda ne yapılabileceğine gelirsek, öncelikle Christensen ebeveynler olarak oturup ailemizin değerlerinin ne olacağını belirlemeyi ilk iş olarak önümüze koyuyor. Örneğin çalışkanlık, yaratıcılık, saygı ve benzeri değerler için karar verip temel olanları seçmek ve tüm hayatımızı buna göre yaşamak önemli, yaptıklarımız da bunları hep desteklemeli. Örneğin tamir edilecek bir şey varsa ve biz yapabiliyorsak onu hemen yapmalıyız ve çalışmaktan kaçmamalıyız zira çalışkan olma değerimizi en küçük yaştaki çocuğumuzdan ergenlik çağındaki çocuğumuza kadar hissettirebilelim hatta bu çalışmaları aile içinde iş bölümü ile yaparsak ve keyif aldığımızı hissettirerek devam edersek ailede neyin değerli olduğu net bir şekilde gösterebilmiş olabiliriz. Bu, kültürü inşa etmektir ve bir seferde olmaz o yüzden ebeveynler olarak her fırsatta bunları destekleyecek somut hareketler ile harekete geçmeliyiz ve denemekten vazgeçmemeliyiz. Ne kadar yorgun olsak da veya zamanımız olmasa da aile kültürümüzü yaratmak için vazgeçmeden devam etmeliyiz.
Burada da en başta bahsettiğimiz kaynak aktarımı, ani planlar ve zamana yaygın uzun dönemli planlar devreye giriyor, burada bize hangi kaynakları ve durumu ele alarak neyin bizim temel değerlerimiz olduğunu belirlemek kalıyor. Bu kolay olmasa da yapılması gereken bir adım. Değerler belirlendikten sonra tüm fertlerin buna uyması ve genel bir uyum durumu önem taşıyor.
Full value thinking vs marginal thinking theory – Blockbuster – Netflix Örneği
Christensen kararlarımızda nasıl bir bakış açısı ile bakmamız gerektiğini ve bunun nelere mal olabileceğini de ayrıntılı olarak ele alıyor. Firmalar ve bizler aslında hareketlerimiz belirlerken marjinal ve toplam maliyet hesabı bakış açıları ile hareket edebiliyoruz. Bunlar içinde bulunduğumuz duruma göre iyi ele alınması gereken yöntemler, hep birisine odaklanmak ve esnek olmamak bize kaybettirebilir. Burada kritik olan daha önce de bahsedildiği gibi durumu iyi analiz ederek gerekeni yapabilmek.
Burada güzel bir örnek ile devam edebiliriz, Christensen bu konuda kitabında ayrıntılı bir kısım paylaşmış ben olabildiğince özet olarak aktaracağım.
Blockbuster Amerika’da uzun yıllar boyunca VHS kasetler ile film kiralama pazarında en büyük oyuncu olarak faaliyet gösterdi. İş modelleri temel olarak kasetlerin dükkanlarda sergilenmesi, çeşidin bol tutulması ve yaygın bayi ağına dayalıydı. Müşteriler kasetleri dükkanlara gelip seçiyor ve üyelik ile kiralama yapıyorlardı, kendilerine tanınan sürede kasetleri geri getirmezlerse de gecikme cezası ödemek zorundaydılar. Uzun yıllar yüksek karlılıkla devam eden bu iş modeli, bir noktada pazarı iyi analiz eden Netflix firmasının yeni yöntemi ile tanıştı. Netflix benzer şekilde kiralama işine girdi ancak iş modeli olarak aylık veya yıllık abonelik paketleri sunmak ve DVD/kasetleri müşterilere mail yoluyla göndermeyi seçti. Burada hiç bir dükkana gerek duyulmuyordu. Müşteriler istedikleri film listesini abonelik başında oluşturuyorlar, ardında da ayda belirli adetler ile kendilerine bu filmler iletiliyordu. Müşteriler izledikleri kullanım süresi biten filmleri abonelikleri sırasında aldıkları Netflix tarafından bedeli baştan ödenmiş olan hazır posta zarflarına koyup geri gönderiyorlar ve takiben kendilerine yeni filmleri iletiliyordu. Blockbuster’ın dev dükkan ağına, 80 binleri bulan çalışan sayısına, dev dağıtım ağına ve müşterileri çileden çıkaran gecikme cezalarına hiç gerek yoktu.
İşte bu durumda Blockbuster yavaş yavaş pazarda kendine yer bulmaya başlayan bu iş modelini bir noktada ele aldı, yöneticiler uzun değerlendirmeler yaptılar ve bu modelin çok niş bir kitleye hitap ettiğine, elde edilen karın ve pazarın marjinal olduğuna ve dikkate almaya değer olmadığına, kendi iş modellerinin o günün şartları ile çok daha fazla kar getirdiğine odaklandılar. Diğer bir deyişle müşterinin memnuniyeti, iş modeli kolaylığı, geleceğin ne getireceğini düşünmek ve bu anlamda bu nispeten küçük tehdidin, bütünsel bir bakışla maliyetlerini göze almak yerine, küçük bir kısmına odaklandılar. Alternatifi hiç düşünmediler, gerek duymadılar zaten işler iyiydi…
İşte dönüm noktası burasıydı, Blockbuster yöneticilerinin bu durumu o sıradaki karları, var olan yatırımları ve muhtemel alternatifin karlılık anlamında marjinal kalması gözüyle ele almaları o anda anlaşılmasa da büyük bir yıkımın ayak sesleriydi. Takip eden yıllarda Netflix pazar payını çok hızlı arttırdı, müşteri sayısı arttı. Blockbuster tarafı da tam tersi yönde gitti ve dev firma 2010 yılında iflas açıkladı, binlerce dükkan kapandı.
Bu konuda güzel bir içerik ve daha ayrıntılı aktarım için aşağıdaki videoyu izleyebilirsiniz:
Marjinal olan dev bir potansiyel taşıyor olabilir bu anlamda kalıplaşmış esnemeyen bir bakış sergilemek istenmeyen sonu getirebilir. Hem bu örnekteki gibi iş hayatında hem de özel hayatlarımızda bir seferlik veya küçük kararlar önemlidir ve etkilerini ele alırken hep büyük resmi görmeye çalışmak ve muhtemel tüm sonuçları ele alabilmek önem taşır.
Purpose of our lives: Likeness / Deep commitment / Metrics – Hayat amacı
Kitabın adında da geçen hayat amacı ve bunun ölçülmesi hakkında da Christensen görüşlerini aktarıyor. Genel olarak zaten yukarıdaki ve daha önceki yazılardaki her örnek aslında bir noktada vizyon sunsa da hayatın amacını belirlemek önem taşıyor. Hayatın akışı hepimize farklı şeyler sunsa da asıl amacımızı belirlemek ve bunu kadere bırakmamak önem taşıyor. Burada daha önceki yazılarda değindiğimiz kararın deliberate ve emergent (ani ve duruma gore) olması noktasında deliberate (önceden düşünülmüş kapsamlı) olmasının kritikliği önemli, tabi ki ani olaylara karşı tavır alabiliriz veya fırsatları değerlendirebiliriz ancak asıl olanı, asıl amacımızı hep sabit tutmalıyız, burada da asıl amacı her duruma uyarlanabilir ve değer odaklı seçmemiz önem taşıyor.
Hayat amacı belirlemeyi tabi ki anlık bir olay olarak görmemek gerek, bu bir süreçtir ve uzun zaman alır, alması gerekir. Örneğin Christensen kendisi için bunun çok uzun sürdüğünü, kafasındakini netleştirmesinin zaman aldığını ancak hep aklında olanları sonunda bir araya getirebildiğini vurguluyor. Ailenin önemi onun için temel noktada olmuş hep, ayrıca iyi olmak, inançları, insan odağı ve doğru dürüst yaşam hayat amacı haline gelmiş.
Burada amacı belirlerken (likeness) neleri sevdiğimiz, hoşlandığımız, mutlu olduğumuz bunlara bağlılığımız (deep commitment) ve nasıl ölçebileceğimizi (metric) düşünmek gerekli. Bu da yukarıda dediğimiz gibi kolay değil.
Christensen kendisi için yukarıdaki amacına istinaden “iyi bir insan” olduğunu anlayabilmek için kaç insanın hayatına dokunduğunu bir metrik olarak koymuş. Ne kadar çok insana yardım eder, bir şey öğretir, bir sorununu çözer veya yardımcı olursa o kadar başarılı olacağına inanmış.
Son olarak Christensen bunu düşünmenin en iyi yerinin üniversite olduğunu vurguluyor, hayata atılmadan, koşuşturma içinde boğulmadan ve hızlı iş odağında değerleri yitirmemek için bu konuya zaman ayırmanın yıllar sonra çok kıymetli bir yatırım olacağının anlaşılacağına vurgu yapıyor.
“Kısaca, bunları yapmak zordur ama iyi ki yapmışım diyeceğiniz günler gelecek…” diye de ekliyor.
Bu yazıyla, bu değerli yazarın bize aktardıklarının sadece bir kısmını ele alabildiğim yazı serim sona ermiş oluyor, umarım faydalı olmuştur, kuşkusuz tüm örnekler, aktarılanlar çok kıymetli bunları bu denli başarılı ve kendini ispat etmiş birisinden bir hayat tecrübesi olarak dinleyebilmek ise büyük fırsat kanımca.
Foto: www.freepick.com