Clayton M.Christensen – “How Will You Measure Your Life?” Kitabından Öğrendiklerim – 1

Clayton M. Christensen ile Youtube kanalını izlediğim bir öğrenci sayesinde tanıştım. Aslında kendisi 21. yüzyıl teknoloji temelli gelişim sürecinin mimarlarından çok ünlü bir akademisyen. Ben geç tanışmışım ve aslında asıl ünlü olduğu çalışmayı (Disruptive Innovation) değil de nispeten daha az bilinen bir kitabını okudum. Kendisi hakkında çok şey anlatmama gere yok aslında biraz merak edenler Wikipedia bağlantısından bilgi edinebilir. Akademisyen ve danışman olan Christensen için kısaca kendime şunu dedim:

Ne yazdıysa oku, hakkında bulduğun videoyu izle 🙂

Peki okuduğum kitap neyle ilgili? Aslında adı üstünde “Hayatını nasıl değerlendirirsin?” Bu soruyu sorup, kitabı yazan Clayton Christensen olunca işin önemi artıyor. Zira geldiği noktada bu soruyu ne amaçla sordu, neyi vurguluyor insan merak ediyor?

Ben bu kitabı Storytel uygulamasından okudum/dinledim. Storytel uygulamasını uzun bir süreden bu yana kullanıyorum. Benim kitap okumama büyük katkısı oldu, özellikle ingilizce içeriklere ulaşmak ve bunu aylık olarak ödenen bir kitap parası gibi düşük bir ücretle binlerce kitaba ulaşrak yapmak bence mükemmel. Storytel ve öğrenme sürecime katkısı hakkında ayrı bir yazı da yazacağım.

Ben kendime aldığım notlardan önemli olanları aşağıdaki şekilde paylaşmak istedim, bazıları benim yorumlarımı da içeriyor umarım faydalı olur. Bu arada yazdıkça fark ettim ki bu içeriği parçalı sunmak daha mantıklı zira yazılacak çok şey var şimdilik ilk kısmı paylaşıyorum, devamı da gelecek.

  • Unanticipated  / Emergent Strategy” – Beklenmedik Strateji:  Bu kavram aslında uzun planlara dayanan kapsamlı stratejiler yerine plan dışında olan olaylara ve çevredeki gelişmelere göre hızlıca adapte olup strateji geliştirebilmek ve bunun sonucunda da asıl stratejiden elde edilecek faydadan çok daha fazlasını elde etmek olarak açıklanabilir. Buna örnek olarak Honda motorsikletlerinin Amerika pazarına girişini örnek veriyor Christensen. Burada hikaye uzunca olsa da kısaca aktarmak istiyorum çünkü çok ilginç. Herkesin bildiği üzere Amerikan pazarı hikayenin geçtiği 1960’lı yıllardan bu yana büyük hacimli Harley Davidson tarzı motorsikletler tarafından domine edilmiş durumda. Honda da aslında çok uzmanı olmasa da bu tip motorlar ile pazara giriyor ilk aşamada, sınırlı satış yapabilse de bir süre sonra bu motorlar Amerikanın otobanlarının uzun düzlüklerinde yüksek süratle kullanılma sonucunda pek çok teknik sorun çıkarıyor ve bakım sorunları çözülemiyor bu da zaten zor olan bir pazarda Honda’yı neredeyse hiç satış yapamaz duruma getiriyor. İşte tam bu sırada Honda satışcıları Amerika’ya Honda’nın asıl uzmanı olduğu düşük hacimli, Japon’ya da kurye teslimatları ve şehir içi kısa mesafe kullanımı için kullanılan ve çok popüler olan Super Cub motolarından getiriyorlar. Bunlar Amerikan müşteri kitlesi için o zamana kadar yapılan hiç bir ön pazar analizinde çıkmayan, pazarı olmayan ve bir nevi bisikletten farkı olmayan ürünler. Bunları pazara sürmeyi Honda ekibi başta düşünmüyor zaten. Sadece hafta sonu gezmek için getiriyorlar ülkeye. Sonra bir gün Los Angeles dağlık bölgelerinde bu motorlar ile geziye çıkan bir kaç Honda çalışanı insaların ilgisini çekiyor. Bir kaç kişi bu, pratik, kullanması kolay, atik, bakımı kolay ve küçük motorsikletleri görüp satın almak istiyor. Bir kaç adet getirdikten sonra, Sears satış kataloğundan satış ekibinin ilgisini çeken Super Cub bir anda kataloğa giriyor ve inanılmaz satış rakamları geliyor. Sonrası zaten tahmin edersiniz. Honda Amerika pazar stratejisini bu duruma gore adapte ediyor, sonuç pazarda sıfırdan %63 pay sahipliğine giden bir resim çıkıyor ortaya.  Christensen de bu örnekten yola çıkarak bize şunu söylüyor hayat büyük stratejilerin yanı sıra asıl olarak bunun gibi anlık adapte olma gerektiren şans değerlendirme potansiyellerinden oluşur bunları görmek lazım, hazırlıklı olup durumu hızlıca idrak edebilirseniz sizin için yeni bir kapı açılabilir. Kendisnin yaşının ilerleyen zamanlarında Harvard akademisyeni olabilmesinin de buna benzer bir durum olduğunu söylüyor. Bu nedenle her an durumun gereklerine adapte olmak ve stratejimizi kökten değiştirmek gerekebilir hazırlıklı olmakta fayda var 🙂

Honda örneği hakkında yapılmış kısa bir yazı ve kapsamlı bir araştırma aşağıda yer alıyor:

https://hbr.org/2011/02/lessons-from-hondas-early-adap

https://www.hbs.edu/faculty/Publication%20Files/17-016_2664e889-da2d-4f34-a8d6-7da0648cc33c.pdf

Super Cub motorlarının hikayesini anlatan iki video, birisi de Jay Leno ile çekilmiş:

  • “Assumptions becoming reality” – Gerçeğe dönüşen varsayımlar  – Burada vurgulanan, hem aile ilişkilerinde hem de işyerlerinde önemli kararlar alırken veya tartışma esnasında bize yön verecek varsayımların en başta ele alınması gerektiği. Bunların aslında hiç olmaması gereken veya yanlış / iyi analiz edilmemiş varsayımlar olup olmadığını bilmek çok önemli çünkü Christensen pek çok firmanın başta iyi analiz edilmemiş varsayımlara göre karar aldığını aslında bu varsayımların uzun süren ve inanılmaz maliyetlere yol açan projeleri tetiklediğini ve bunların da çoğunlukla süreç sonunda başarısız olduğunu vurguluyor. Bu konuda örneği de Walt Disney ailesinden veriyor, dünyada devasa parkları ve inanılmaz ekonomik büyüklüğü ile bilinen bu kurumdan bir örnek ile konuyu aktarıyor. Yıllar önce Disneyland Paris kuruluşunda yaşanan durum güzel bir örnek.  Disney yöneticileri Paris parkını dizayn ederken Amerika’daki başarılı parklarından ve oradaki müşteri analizlerinden yola çıktılar ve temel varsayımlarını Paris parkı yatırımlarına da uyguladılar. Ancak çok büyük bir hüsran ile Disneyland Paris ilk iki yıl diğer parklara göre bekleneni vermekten çok uzak kaldı, hatta 2 yılda 1 milyar dolar zarar etti. Evet inanılmaz 🙁 Süreci ele alan Disney yöneticileri ilerleyen dönemde geriye dönüp baktıklarında şunu fark ettiler. Bazı  varsayımların sorun yarattığı ancak çok normal gibi ele alınıp yola devam edildiği ortaya çıktyı. Paris parkı için ilk planlamalar yapılırken ana varsayım diğer Amerika parklarında olduğu gibi yılda 11 milyon ziyaretçi beklentisinin modellenmesiydi. Daha da önemlisi Amerika parklarında ziyaretçiler ortalama 3 gün parkda kalıyor ve otellerden yararlanıyordu. Sorun yaratan varsayım buydu zira Paris parkında ziyaretçi sayısı yine 11 milyon civarı olsa da parkta kalma süresi sadece 1 gün oluyordu. Sonradan anlaşıldı ki Amerika parklarında ortalama olarak 45 park etkinliği, hız treni vb. Vardı ancak Paris parkında bunların sayısı sadece 15’te kalmıştı ve bir gün hepsini deneyimlemek için yeterliydi. Bunu kimse düşünmemişti, bu da milyar dolarlık zararı ortaya çıkardı. Daha sonra Disneyland Paris yapılan müdahaleler ile olumlu bir noktaya gelse de küçücük bir varsayımın nelere yol açtığının çok güzel bir örneği. Christensen buradan yola çıkarak bizim de hem işte hem aile ortamında büyük kararlar almadan ve efor harcamadan önce temel varsayımlarımızı iyi analiz etmemizi öneriyor.

Disneyland Paris hakkında daha ayrıntılı bir analiz videosu da burada 🙂

Kitaptan kendime not aldığım önemli noktalar fazlaca devamını yazmaya başladım yakında paylaşacağım, umarım faydalı olur.

Görüşmek üzere…

Konu hakkında faydalı bağlantılar:

https://claytonchristensen.com/

Clayton Christensen hakkında videoların toplandığı bir playlist: