- Ask right questions – Doğru sorular: Bir önceki adımda varsayımların ne kadar kritik olabileceğini gördük. Christensen bu sorunu aşabilmek için bazı önlemlere vurgu yapıyor. Birincisi doğru soruları sorabilmek (bu iş göründüğü kadar kolay değil…) ikincisi varsayımların karar vermedeki rolünü ele alıp kiritkliğine göre üzerinde durma kararını oluşturmak ve son olarak da varsayımlar ile uğraşma noktasında yoldan sapmamak ve asıl amacı unutmamak. Buradaki yöntemlerden birisi şöyle; karar alırken ekibin size sunduğu ve iş planını dayandırdıkları varsayımların hepsinin listesini isteyin ardından bunların gerçekleşme oranını karşılarına yazmalarını ve buna göre sıralamalarını isteyin. Buradaki sıralama gerçekleşme oranı en yüksek olandan en düşük olana göre olmalı. Bu noktadan sonra da en üstte yer alan varsayımları belli bir sıraya ininceye kadar çok maliyetli olmadan test etmek ve bu sayede alınacak kararın dayandığı varsayımları somutlaştırmak. (“What assumptions have to prove to be true?”)
- Watch where your resources flow – Kaynaklarını doğru kullan: Zaman, para, işgücü gibi kaynakları çok iyi yönetmeli ve doğru yöne aktıklarından emin olmalıyız, eğer bunlara özen göstermezsek takip ettiğimizi düşündüğümüz stratejiden çok uzaklaşırız ve boşa emek harcamış oluruz. Kaynaklar sınırlı olmasaydı keşke, ama mümkün değil. Bu noktada beynimize neyi önceliklendireceğimiz hakkında bir filtre takmalıyız. Hayatımızda alacağımız kararları bu filtre sayesinde kısa süreli kazançlara değil de ömürlük çıktılara odaklamalyız. (Not immediate returns, choose lifetime returns) Kendinize şu soruyu sorun yıllar sonra ne sizi mutlu edecek? İşte yükselme mi, iyi çocuk yetişrebilme mi, bir şeye sahip olma mı? Asıl soru bu… Ardından kaynakları buna göre dağıtıp, devamlı kayma olmasın diye kontrol etmek gerek, devamlı soru sorarak kontolü elde tutmak lazım. Bu noktada uzun dönemli strateji seçimi çok zor bir süreç ! zira örneğin çocuklarınız hakkında zamanınızı ayırmamanın sonuçları iş yeri gibi değildir, anında veya kısa sürede görülmez yıllar sonra etkisi görülür ve çok geç olabilir…
- Invest your time early as possible to your child – Çocuklarınıza olabildiğince erken vakit ayırın: Çocukların gelişiminde erken dönemde ailenin etkisinin çok büyük olduğunu belirten Christensen, çocuklarımıza ayıracağımız zamanın beyinlerindeki gelişime somut etkisini vurguluyor. Özellikle onları karşımıza alıp konuşmak, hikayeler anlatmak, hayal kurmak ve ekstra konuşmalar (language dancing – standart konuşmalar – mesela yemeğini ye, şunu giy vb yerine varsayımlar hakkında konuşmak yerine örneğin şöyle olsaydı ne yapardın, şunu denesen nasıl olur gibi ekstra konuşma ve sorular) yaparak beyinlerinin gelişimine inanılmaz katkılar yapmanın uzun yıllar sonucunda görülecek olumlu etkilerinden bahsediyor. Ek olarak hayatta karşılarına çıkacak sorunları aşmada çocukların bu sohbetlerden çok beslendiğine değiniyor.
- Jobs-to-be-done theory – İhtiyaca / işe yaramak: Tam olarak Türkçe çevirisini belirleyemesem de Christensen tarafından aktarılan ve oldukça popüler olan bu yaklaşım gerçekten kıymetli. Üzerine pek çok çalışmanın ve ayrıntılı örneklerin olduğu bu konuya özet olarak değinmek gerekirse bir ürün geliştirirken veya sorun çözerken konuyu ele alma biçiminde müşterinin ihtiyacı olan noktayı, ürünün/çözümün onun ne işine yarayacağını, hangi sorununu çözeceğini asıl olarak ele almak olarak açıklayabilirim. Christensen şöyle aktarıyor: “Biz ürünleri bir işimizi görmeleri için kiralarız.” Özellikle yaratıcı startup çözümlerinde ve şu an önde gelen pek çok markanın yarattığı ürünlerde genel kullanıcı grubu (demografik, ürün bazlı gruplamlar) varsayımlarından ziyade müşterinin sorununa / o sıradaki iş ihtiyacına odaklanma yaklaşımı başarılı olmuş gibi görünüyor. Christensen bu noktada İkea örneğine de değiniyor. İkea’nın tam da insanların ihtiyacı olduğunda, bir üniversite öğrencisi ev kuracakken veya evde çalışma ortamı yaratacak olan bir beyaz yakalının arayışında yardımına koştuğunu belirtiyor. Bu noktada müşteriler İkea’ya gittiklerinde her şeyi bir arada bulabiliyorlar, ayrıca acıkırlarsa aynı yerde yiyecek de yiyebiliyorlar ek olarak ürünler araç bagajına sığabilecek şekilde kutulanmış durumda, sığmasa bile İkea taşıma işini de aynı yerde kendisi sizin adınıza hallediyor. Burada müşterinin “tüm işleri halledilmiş oluyor”.
Ayrıca Christensen aynı yaklaşımı bir fast food zincirinin daha iyi milkshake üretme sorunun çözmek için de kullanıyor. Bu örnekte aslında önce müşteri gruplarına odaklanan çalışma yapılmış ancak sonuç alınamamış. Daha sonra müşterinin neden milkshake aldığına odaklanmışlar. Önce satın alma saatlerine, nerede tüketildiğine ve yanlız mı grup olarak mı alındığı gibi sorulara odaklanmışlar. Sonuçta “milkshake”i işe giderken aldıklarını, trafikte yemek yemenin zor olduğunu, işe gidinceye kadar sabah saatlerine bu içecekle işe kadar idare ettiklerini, pipetin de çok geniş olmaması nedeniyle uzun süre içerek gidebildiklerini ayrıca şekerli olsa da süt bazlı olmasının nispeten daha sağlıklı ve tok hissettrdiğini anlamışlar. Yani, milkshake’in onlar için bu sayılan işleri yerine getirdiği anlaşılmış, sonrası buradan ve diğer saat dilimlerindeki satın alımları araştırmadan yola çıkarak ürünü geliştirmek olmuş ve önemli başarı elde edilmiş. Bu noktada okuyucu için de Christensen bu teorinin yansıması olarak şu soruyu soruyor “Siz hangi iş için görevlendirildiniz? – What job are you being hired for? (both professionally and privately)” Bunu iyi bilmenin ve buna göre hareket etmenin aile ilişkilerinde veya işyerinde daha mutlu olmamızı ve daha az sorun yaşmamıza neden olacağını vurguluyor.
Yaklaşım hakkında bir çalışma için bu linke bakabilirsiniz: https://hbswk.hbs.edu/item/5170.html
Ayrıca “Milkshake” hakkındaki video da burada:
Daha uzun ancak çok kıymetli bir konuşma – Netflix Kurucu ortağı Reed Hastings (Jobs to be done yaklaşımı da konuşmanın içinde geçiyor) :
Bu yazıyı takiben bir yazı daha yazıp sanırım kitaptaki özet bilgileri toparlayabileceğim, umarım faydalı olur. Görüşmek üzere.